27 Mart 2011 Pazar

Sanatçının Bir Genç Adam Olarak Portresi, James Joyce


Modernist yazarı, İstanbul Modern’in cafe’sinde buluşarak konuştuk. Müzedeki eserler kadar manzara da paha biçilmezdi…

Edebiyatta estetik konusunu, James Joyce ile tartışmaya başladık. Murat Belge’nin dediği gibi
Joyce’un anlattığı estetik kuramı, Aristoteles’in Poetika’sı ve Akinalı’nın estetik üzerine yargılarından pek fazla uzaklaşmıyor. Kısaca Joyce’un estetik anlayışı : sanat duyularla algılanabilen ve akıl tarafından kavranabilen maddenin estetik bir amaçla, yani güzellik yaratmak üzere, insanca kullanılmasıdır…Joyce’a göre estetik imgenin kavranılması üç aşamalı bir süreçtir. İnsan, önce estetik nesneyi çevresinde bulunan şeylerden ayırır, zihninde sınırlandırır. Böylece estetik imgenin bütünlüğünü bulur. İkinci aşama, parçaların birbiriyle ve bütünle olan nedensel ilişkilerinin,yani estetik uyumun kavranılmasıdır. İmgenin bütünlüğü görüldükten,uyumu kavranıldıktan sonra ışığı, yani bu imgenin ne olduğu bütün açıklığıyla anlaşılır. Bu da estetik anlayışın üçüncü aşaması olan aydınlıktır.

Kitabımızda Stephen Dedalus’un her adımda biraz daha gerçeğe yaklaşmasını izliyoruz. Birinci bölümün sonunda papazların haksızlığını yenmiş-en etkilendiğimiz bölümlerdne birisi koridorlardan geçerek, okul müdürüne gidişidir-,  ikinci bölümde cinsel hayatın gerçeğini tatması, üçüncüde inayete kavuşmuş, dördüncü bölümde sanatçı olma kararını vermiştir.

Joyce, kitaptaki 3 okulda okumuş, Cizvit okulları…James Joyce’un kardeşi Stanislav’ın yazdığı bir kitap var. Kitapta küçük bir erkek ve hayal meyal bir kız kardeş var. Bakıcıların onlarla adem-havva oyunu oynaması ve Joyce’un şeytan ve yılan olması, kitaptaki Katolik etkileri           daha net anlamamızı sağlıyor. Katolik gelenek çok baskın, çocukluktan başlayan oyunlarla hayatlarına yer ediyor. Joyce, kitabı 10 yılda yazmış. Homer’in İlyada sı gibi, Joyce ‘un Ulysees’i… Bugüne kadar okuduğumuz kitaplar, kronolojik bir süreçte geçiyor. Oysa ki Ulysees , 1 gün içinde geçiyor ve 1 günün içinde sürekli geridönüşlerle besleniyor. Ulysees Türkiye’deki           ilk basım 1996 ! Joyce gibi modernist yazarlar, narrator olmak istemiyorlar. Modernistler kendi dünyalarını yaratıp yazarlar. Romantizm-Gerçekçilik-Mondernistler… Gerçekçiliği, romantizm doğuruyor. Modernizm’i ise dönemin getirdiği, modern olma süreci ile gelenler. 1870 den sonra etkileri görülmeye başlanıyor. Dönemsel olarak Marx ve Darwin ile başlıyor.Tanrının verlığını ve toplumsal değişiklikleri sorguluyorlar. Modernizm ile birey, romanın merkezine geliyor.Paris’te III.Napoleon ile binalar,apartmanlar başlıyor. Bilinç akışı-ilk uygulamayı gördüğümüz kitap. İnsanın beyninin düşündüğü karmaşıklıktaki anlatım. Bir şey düşünürken, farklı etkileşimlerle düşünce başka şeylere kayıyor.Bunu aktararak yazmak, yazarı özgürleştiriyor. Edebiyatçı olarak bir düzen içine koyup, kendine göre bir dünya yaratıyor. Tanrısal şeyler uzaklaştıkça, edebiyatçılar kendi tarzlarını ortaya koyarak tanrısallaşıyor.

Stephen Dedalus ; Stefanos bir aziz, hristiyanlığın ilk şehidi,kelime anlamı çelenk..Dedalus, mitolojik bir kahraman, bir mimar. Girit adasında bir labirent oluşturulması ve bir dans platformu(sahne) yapılması isteniyor. Dedalus un bir oğlu oluyor. Adı Ikarus. Kendi yaptığı labirentin içine koyuyor. Ikarus ile birlikte içinde kalıyor. Kuş tüyünden kanat yapıp, uçarak uzaklaşıyorlar. Ikarus, hırsa gelip, güneşe doğru uçuyor ve ölüyor.  Bütün hikaye, kendi labirentini yapıp, içine hapsetmek üstüne… İrlanda’da bir ada,okul… Dublin sokakları, labirent… Kuşlar, kitapta sürekli geçiyor. Kuş, Dedalus’un kuşunu imgeliyor. Papazlık kurumu, cehenneme gönderen kurum ancak affeden yine aynı kurum. Bir kadınla bu süreçten çıkıyor. İrlanda’nın dışına çıkmasında, bir kadın etkisi var. 1904 de Nora ile Joyce, Roma’ya gidiyor. Ulysees, 16 haziran’da geçiyor, 16 Haziran ise Nora ile tanıştığı gün…Bu güne İrlandalılar, Bloomsday diyorlar. 16 haziranda kutluyorlar.

Kitapta yeşil rengini, İrlanda yı simgelemek adına kullanıyor. Parnell, İrlanda nın bağımsızlık hareketinin lideri, bir arkadaşının karısıyla ilişkisi ortaya çıkınca yıldızı sönen bir lider… Kilise ayrılıyor. İrlanda kendi çocuğunu yiyen dişi bir domuzdur… Parnell, kilise tarafından aforoz ediliyor.  Babası, Charles amca, Parnell hayranı ! Evin içinde politika ve din konuşuluyor. İrlanda bayrağı, yeşil,beyaz ve turuncu renklerden oluşuyor. Yeşil, İrlanda’yı, turuncu Protestanları ve beyaz ise ortada birleştikleri barışı simgeliyor.

3.tekil şahıs yazılan kitap, kitabın sonunda 1.tekil şahsa dönüşüyor. Buradaki mesaj, “ben oldum”, kararı olabilir. Böylece günlüğü dönüşmüş oluyor…

Murat Belge’nin sonsözüyle bu toplantımızı bitirirelim :

“Ben bir yazarı, göze aldığı başarısızlık oranıyla ölçerim.” diyor Faulkner. Bu sözü kolayca Joyce’a da uygulayabiliriz-büyük başarıların yanında, başarısızlıklarıyla da yüce olan bir yazardır. Gelecekteki edebiyatçının Joyce’a “Koca ata, koca düzenci,şimdi ve her zaman yardımcı ol bana,” diye seslenebileceğini sanıyorum..